The: Belirli bir objeyi/kişiyi/ yeri nitelemek için kullanılır.
- Tom said this kind of thing happens all the time.
- Tom bu tür şeylerin her zaman olduğunu söyledi.
At: Bir zamanı belirtmek için kullanılır, bir iş veya hareketten bahssederken kullanılır, bir miktarı göstermek için kullanılır, bir yeri belirtmek için kullanılı, -da, – de anlamlarında da kullanılır.
- In this kind of weather, it’s best if I stay at home and don’t go outside.
- Böyle bir havada en iyisi evde kalıp dışarı çıkmamak.
There: Oraya, orada.
- There were no hats in that store that fit me.
- O mağazada bana uyan şapka yoktu.
Some: Biraz, bir parça, birtakım, çok, belirsiz bir miktar, birkaç.
- I can’t see how anyone could have accomplished this without some help.
- Biraz yardım olmadan bunu birinin başarıyla tamamlamış olabileceğini anlamıyorum.
My: Benim, bana ait.
- The teacher pointed out several mistakes in my English composition.
- Öğretmen İngilizce kompozisyonumdaki birkaç hataya dikkat çekti.
Of: Karşı, hakkında, ile ilgili,-in,-den,-li,-dan,-nin.
- I think learning French is a lot of fun.
- Sanırım Fransızca öğrenmek çok eğlenceli.
Be: Bulunmak, olmak, var olmak, varlığını göstermek.
- It would be a mistake.
- Bu bir hata olurdu.
Use: Kullanmak, kullanım, danranmak, faydalanmak.
- Since we have no money, it’s no use thinking of a holiday.
- Paramız olmadığı için bir tatil düşünmenin faydası yok.
Her: Dişil ona, onu
- Marry looks like her mother, but she has a different personality.
- Marry annesine benziyor ama farklı bir kişiliğe sahip.
Than:-den, hariç, -mektense, -dan, – e göre
- He feeks a good deal better than yesterday.
- Düne göre çok daha iyi hissediyor.
And: Ve, ile , daha sonra, durmadan.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
- Bir mıknats bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
This: Bu, böylesine.
- He won’t have given this a second thought.
- Bunu önemsememiş olacak.
An: Bir (ünlü harften önce)
- You can not make an omelet without breaking eggs.
- Yumurtaları kırmadan bir omlet yapamazsın.
Would: -ecekti, -ecek, istemek,-erdi.
- I would like to have a glass of tea.
- Bir bardak çay içmek istiyorum.
First: Birinci, ilk, mükemmel.
- That was the night I first met Tom.
- O, Tom’la ilk tanıştığım geceydi.
A: Belirli bir tür veya nitelikteki, herhangi bir.
- Tom writes a short story.
- Tom kısa bir hikaye yazıyor.
Have: Sahip olmak, elinde tutmak.
- How many daughters does Tom have?
- Tom’un kaç tane kızı var?
Each: Her biri, her.
- Each person paid a thousand dollars.
- Her kişi bin dolar ödedi.
Make: Yapmak, kazanmak, çevirmek.
- We do not make mistakes.
- Biz hata yapmayız.
Water: Sulamak, su, hafifletmek, ıslatmak.
- A glass of water, please.
- Bir bardak su, lütfen.
To: Karşı, -mek/-mak, ila, için, başına, hakkında, -e/-a (yönelme), -e doğru, – e kala,-e göre, -e kadar, oranla.
- I will write a letter to Marry.
- Mary’ye bir mektup yazacağım.
From: İtibaren, -den beri, ürünün yapıldığı malzemeyi gösterir, bir farkı gösterir, nedeni ile, (bir yer)den.
- I learned to cook from my mother.
- Yemek yapmayı annemden öğrendim.
Which: Hangi, -an, -en, ki, ki o , ki ona, ki onu, -diği.
- This is the book which I read last night.
- Bu dün gece okuduğum kitaptır.
Like: Beğenmek, hoşlanmak, sevmek, gibi.
- Tom looks like he wants to say something.
- Tom bir şey söylemek istiyor gibi görünüyor.
Been: Bulunmak.
- I have never been to that part of the country.
- Ülkenin o bölgesine hiç gitmedim.
In: İçeri, içinde, mevsimi gelmiş, yerinde.
- Tom and Mary were sitting in their usual places.
- Tom ve Mary her zamanki yerlerinde oturuyordu.
Or: Ya da, veya, ya, yoksa.
- Tom has never been intimidated by anyone or anything.
- Tom biri ya da bir şey tarafından asla korkutulmadı.
She: Dişil o.
- She can speak a type of Chinese, but she can’t speak Mandarin.
- O bir Çince türünü konuşabilir ama Mandarin konuşamaz.
Him: Ona, onu (eril)
- Please ask him to call me.
- Lütfen ona beni aramasını rica edin.
Call: Aramak, çağırmak, seslenmek.
- I wonder whether or not Tom will call me.
- Tom’un beni arayıp aramayacağını merak ediyorum.
Is: Olmak, -dır , -dir
- It is better to die honorably than to live in disgrace.
- Utanç içinde yaşamaktansa onurlu ölmek daha iyidir.
One: Bir, tek, kimse, biri.
- Two frogs are sitting on the bank, when it starts to rain. One of them says, “Quick, get in the water so we don’t get wet.”
- İki kurbağa dere kenarında otururken yağmur yağmaya başlar. Kurbağalardan biri diğerine şöyle der: “Çabuk suya gir, yoksa ıslanacağız.”
Do: Etmek, yapmak, rolünü üstlenmek.
- There’s no reason we shouldn’t do that.
- Onu yapmamamız için hiçbir neden yok.
Into: İçine, şekline , hâline.
- Tom helped Mary into the cab.
- Tom Mary’yi taksinin içine binmeye yardım etti.
Who: Kimi, kime.
- Tom wondered who Mary was looking for.
- Tom Mary’nin kimi aradığını merak ediyordu.
You: Siz, sen, seni
- If someone says “Get lost!” to you, what will you do?
- Biri sana “defol!” derse ne yaparsın?
At: Saatinde.
- I’m stuck in traffic, I’ll be there at ten.
- Trafikte sıkıştım. Saat onda orada olurum.
How: Nasıl, yapma tarzı, ne durumda, nereden?
- Don’t panic. I’m sure Tom will know how to handle this problem.
- Panik yapmayın. Tom’un bu problemin üstesinden nasıl gelineceğini bildiğine eminim.
Time: Kez, kere, müddet, zaman.
- When was the last time you drove Tom’s car?
- Tom’un arabasını en son ne zaman sürdün?
Oil: Yağ, pohpohlamak.
- Many people prefer to cook with butter instead of oil.
- Çoğu kişi yağla yemek pişirmek yerine tereyağıyla yemek pişirmeyi tercih eder.
That: Şu, o kadar ,öteki, diye.
- I would never forgive Tom if he did that.
- Eğer onu yapsaydı Tom’u asla affetmezdim.
By: Geçecek biçimde, yakın, geçişli biçimde, ile birlikte.
- Tom was executed by lethal injection.
- Tom öldürücü enjeksiyonla idam edildi.
Their: Onların.
- Some problems are expected on their expedition.
- Onların keşif gezisinde bazı sorunlar bekleniyor.
Has: Sahip olmak.
- The Zulu tribe in South Africa has its own language.
- Güney Afrika’daki Zulu kabilesinin kendi dili vardır.
Its: Onun , -in.
- Our team lost all of its games.
- Bizim takım oyunlarının hepsini kaybetti.
It: Ona, onu.
- I know it’s easy, but I’ve never done it.
- Bunun kolay olduğunu biliyorum ama bunu hiç yapmadım.
Word: Kelime, laf, ifade etmek.
- A compound word consist of two smaller words.
- Bir bileşik kelime iki küçük kelimeden oluşur.
If: Eğer, belirsizlik , şart.
- Please don’t hesitate to contact me if you have any other questions.
- Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.
Look: Bakmak, görünüş.
- I have lost my pen. Will you help me look for it?
- Kalemimi kaybettim. Onu aramama yardım eder misin?
Now: Şimdi, şu anda, şu ana ilişkin.
- What I want now is a hot cup of coffee.
- Şimdi istediğim şey bir fincan sıcak kahve.
He: O (eril)
- When I saw him last, he was still a child.
- Onu en son gördüğümde o hâlâ bir çocuktu.
But: Ancak, fakat, itiraz, sadece.
- I know it’s easy, but I’ve never done it.
- Bunun kolay olduğunu biliyorum ama bunu hiç yapmadım.
Will: Vasiyet, amaçlamak,istemek.
- I hope you and I will always be friends.
- Umarım sen ve ben hep arkadaş oluruz.
Two: İki, çift.
- Two frogs are sitting on the bank, when it starts to rain. One of them says, “Quick, get in the water so we don’t get wet.”
- İki kurbağa dere kenarında otururken yağmur yağmaya başlar. Kurbağalardan biri diğerine şöyle der: “Çabuk suya gir, yoksa ıslanacağız.”
Find: Bulmak, rastlamak.
- Let me find somewhere to put these suitcases.
- Bu bavulları koyacak bir yer bulayım.
Was: Olmak fiilinin geçmiş zaman hali
- It was a terrible mistake.
- O, korkunç bir hataydı.
Not: Olumsuzluk , haricinde.
- I am not a good swimmer.
- İyi bir yüzücü değilim.
Up: Yukarı, yükseltmek, artış, uyarıcı.
- Turn the music up!
- Müziğin sesini aç!
More: Daha fazla, ziyade , daha çok.
- Tom has more than three hundred employees.
- Tom’un üç yüzden daha fazla çalışanı var.
Long: Uzun, hasretini çekmek, susamak, özlemek.susamak.
- Nothing worked for very long.
- Hiçbir şey çok uzun süre işlemedi.
What: Ne, neyi, hangi?
- Could you please buy me a book? “What kind of book?”
- “Lütfen bana bir kitap alır mısın?” “Ne tür bir kitap?”
Other: Öteki, başka.
- Please don’t hesitate to contact me if you have any other questions.
- Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.
Up: Yukarı giden, önde. Wake fiili ile kullanıldığında uyanmak anlamına geliyor.
- We woke up after midnight.
- Gece yarısından sonra uyandık.
Down: Aşağı doğru, düşmek.
- That politician has come down in the world since the so-called “Recruit scandal” was publicized.
- Sözde acemi skandalı duyulduğundan beri o politikacı dünyada gözden düştü.
On: Üstünde, üstüne.
- I put it on your desk.
- Onu masana koydum.
All: Tüm, herkes, hepsi.
- All the nurses of this hospital are very kind.
- Bu hastanenin tüm hemşireleri çok naziktirler.
About: Hemen hemen, yaklaşık, hakkında.
- I never heard any details about Tom’s trip.
- Tom’un gezisi hakkında herhangi bir ayrıntı duymadım.
Go: Hareket etmek, gitmek, azalmak, tükenmek.
- You might want to go.
- Gitmek isteyebilirdiniz.
Day: Gün, dönem, zaman.
- You should eat fruits and vegetables at least three times a day.
- Günde en az üç kez meyve ve sebze yemelisin.
Were: Be fiilinin ikinci hali.
- People used to think that tomatoes were poisonous.
- İnsanlar domateslerin zehirli olduğunu düşünüyordu.
Are: Be fiilinin bir çeşiti, -dır -dir anlamında.
- A car, an airplane, and a computer are all machines.
- Bir araba, bir uçak ve bir bilgisayar hepsi makinedir.
Out: Çıkış, meydana çıkma , dışarı
- I didn’t feel like going out.
- Canım dışarı çıkmak istemedi.
See: Görmek, bakmak , dikkat etmek.
- I went to see his sister last week.
- Geçen hafta onun kız kardeşini görmeye gittim.
Did: Yapmak fiilinin geçmiş zaman hali.
- How many beers did you have, Tom?
- Kaç tane bira içtin, Tom?
As: Olarak, gibi, -dikçe , dahi, için, kadar , babında , -e rağmen, mademki.
- I don’t like being treated as a child.
- Bir çocuk gibi davranılmaktan hoşlanmıyorum.
We: Biz.
- We are correcting spelling mistakes.
- Biz yazım hatalarını düzeltiyoruz.
Many: Birçok, çok , çoğu, kaç, sürüşüne bereket.
- Many fantasy novels depict worlds with two moons.
- Birçok fantezi romanı iki uydulu dünyalar betimliyor.
Number: Numaralanmak, saymak, miktar, sayı.
- I think the number of common-law marriages is on the rise.
- Nikahsız evliliklerin sayısının arttığını düşünüyorum.
Get: Elde etmek, almak, kazanmak ,
- I didn’t get my way that day.
- O gün istediğimi elde etmedim.
With: İle, beraberinde, sayesinde, üzerinde, yüzünden.
- I do a lot of stuff with Tom.
- Tom’la bir sürü şey yaparım.
When: Ne zaman, zaman , iken , -duğunda.
- He sits in this chair when he watches television.
- Televizyon seyrederken bu koltukta oturur.
Then: O zamanlar, o halde , öyleyse.
- If you’re not with us then you’re against us.
- Eğer sen bizimle değilsen o zaman sen bizim karşımızdasın.
No: Hayır, hiç.
- There’s no evidence.
- Hiçbir kanıt yoktur.
Come: Gelmek.
- I suppose you’d like to come.
- Sanırım gelmek istersiniz.
His: Onunki ( eril )
- Tom dropped his coffee cup on the kitchen floor.
- Tom kahve fincanını mutfakta yere düşürdü.
Your: Senin, sizin.
- May I have your name and telephone number, please?
- Ad ve telefon numaranızı alabilir miyim lütfen?
Them: Onlara, onları.
- Why are you doing the dishes? Let Tom do them.
- Neden bulaşıkları yıkıyorsun? Onları Tom yıkasın.
Way: Yol, tarz, gidişat.
- The way he spoke attracted the attention of a famous writer.
- Onun konuşma şekli ünlü bir yazarın dikkatini çekti.
Made: Make fiilinin geçmiş zaman hali. Yapılmış, üretilmiş.
- I wonder how the sausage is made.
- Ben sosisin nasıl yapıldığını merak ediyorum.
They: Onlar.
- Contrary to expectations, they won with ease.
- Beklentilerin tersine onlar kolaylıkla kazandı.
Can: -abilir , -ebilir.
- I don’t think I can do this without Tom.
- Bunu Tom olmadan yapabileceğimi sanmıyorum.
These: Bunlar.
- These are probably yours.
- Bunlar muhtemelen senin.
Could: -abilirdi,-ebilirdi.
- Tom thought Mary could beat John.
- Tom Mary’nin John’u yenebileceğini düşündü.
May: Mümkün olmak.
- May I have your name and telephone number, please?
- Ad ve telefon numaranızı alabilir miyim lütfen?
I: Ben
- You know I can’t answer a question like that.
- Böyle bir soruyu cevaplayamayacağımı biliyorsun.
Said: Söz konusu, söyledi.
- He said he had been to Hawaii before.
- Hawaii’ye daha önce gittiğini söyledi.
So: Bu yüzden, böylece, böyle olunca, yeter, demek ki, kadar.
- Don’t complain so much.
- Bu kadar çok şikayet etme.
People: İnsanlar, ulus , halk.
- People thought that she was dead.
- İnsanlar onun öldüğünü düşündüler.
Par : Eşitlik, denge, kur.
- This car can drive on par with that one there.
- Bu araba oradaki ile eşit derecede sürebilir.
Walk: Yürümek.
- I ate an apple before I went for a walk.
- Yürüyüşe gitmeden önce bir elma yedim.