1. Ailurophile: Kedi düşkünü, kedi sever.
– Ann isn’t a dog person but an ailurophile whose heart sings when she hears a cat
meow.
– Ann bir köpek insanı değil, o bir kedinin sesini duyduğunda kalbi adeta şarkı
söylemeye başlayan bir kedi sever.
2. Assemblage: Bir araya toplama veya toplanma.
– The teacher had hoped to walk into a work-ready classroom, but instead, he found a
few boxes and an assemblage of desks.
– Öğretmen çalışmaya hazır bir sınıfa gireceğini ummuştu, fakat onun yerine, birkaç
kutu ve bir araya getirilmiş masalar buldu.
3. Becoming: Çekici, cazip.
– This color is very becoming on you.
– Bu renk sana çok yakışıyor. ( Bu renk senin üzerinde çok çekici.)
4. Beleaguer: Rahat vermemek, taciz etmek.
– When John gets bored, he will beleaguer his younger brother for entertainment.
– John sıkıldığı zamanlarda, eğlence için erkek kardeşini rahatsız eder, onun üzerine
gider.
5. Brood: Düşünceye dalmak, derin derin düşünmek.
– Don’t brood too much and just let it be. You will finally have what you should.
– Çok fazla derin derin düşünme, bırak gitsin. Sonunda ne olması gerekiyorsa o olacak.
6. Bucolic: Kır hayatıyla ilgili, pastoral.
– I could not believe my sister’s vision of the perfect life included a bucolic house in the
middle of nowhere.
– Kız kardeşimin kafasındaki mükemmel evin, hiçliğin ortasındaki pastoral bir ev
olmasına inanamıyorum.
7. Bungalow: Tek katlı verandalı ev.
– Escaping into their private bungalow, the travelers hoped to take a nap in their tiny
tavern before going out on a tour.
– Turistler, özel bungalov evlerine kaçarken gezi için dışarı çıkmadan önce ufak
odalarında biraz kestirmeyi ummuştu.
8. Chatoyant: Işığın geliş açısına göre renk değiştiren mücevher taşı. (Kedi gözü gibi)
– Necklaces made from chatoyant quartz are popular because of the reflective streak in
the middle of the jewelry.
– Kedi gözü kuvars taşı ile yapılan kolyeler ortalarında bulunan yansıtma özelliğinden
dolayı çok popülerler.
9. Comely: Ahu gibi, çekici.
– A smart man places more emphasis on a woman’s intelligence than he does on her
comely appearance.
– Zeki bir adam, bir kadının zekasına, onun çekici görünüşüne verdiği önemden daha
fazlasını verir.
10. Conflate: Bir araya getirmek.
– To conflate art and science, teachers must design activities that blend the two.
– Öğretmenler, sanat ve bilimi sentezlemek için bu ikisini bir araya getiren aktiviteler
tasarlamalılar.
11. Cynosure: Dikkat çeken kimse, ilgi çeken şey.
– When Jake got the yellow sports car for his birthday, he knew his arrival at school
would be the cynosure of the day.
– Jake, doğum günü hediyesi olarak sarı spor araba aldığında, okula gelişinin günün
odak noktası olacağını biliyordu.
12. Dalliance: Cilveleşme, flörtleşme.
– When Mitch learned his fiancée had a dalliance with another man, he cancelled the
wedding
– Mitch, nişanlısının başka bir adamla flörtleştiğini öğrendiğinde düğünü iptal etti.
13. Demesne: Mülk,emlak.
– Because he served him faithfully, the king granted several acres of demesne to the
baron for his personal use.
– Kral, kendisine olan sadık servisi sebebi ile barona kendi mülkünden birçok arazi
bağışladı.
14. Demure: Alçak gönüllü, çekingen.
– Because he was nervous at the audition, Biff sang in a demure voice which the judges
were unable to hear
– Biff, seçmelerde çok gergin olduğu için şarkısını çekingen bir sesle söyledi ve jüri
onu duymakta zorlandı.
15. Denouement: Akıbet, sonuç, çözüm.
– Because the book’s denouement left some unanswered questions, the author is
currently writing a sequel
– Kitabın sonu, geride cevaplanmamış sorular bıraktığı için, yazar şimdilerde bir devam
kitabı yazıyor.
16. Desuetude: Yürürlükten kaldırma, geçersizlik, kullanılmamak.
– Because the old building has been in desuetude for many years, the city has decided to
tear it down.
– Şehir eski binayı birçok yıldır kullanılmaz durumda olduğundan yıkmaya karar verdi.
17. Desultory: Amaçsız, düzensiz , gelişigüzel.
– Because he was not happy with his pay increase, James made only a desultory effort
to complete his duties at work.
– James, maaşına yapılan zamdan memnun olmadığı için, işte tamamlaması gereken
görevler için yalnızca gelişigüzel bir efor sarf ediyor.
18. Diaphanous: Yarı saydam, şeffaf.
– Most dancers wear several layers of clothing because the stage lights often make their
costumes appear diaphanous.
– Çoğu dansçı, sahne ışıklarının kıyafetlerinin içini göstermesi, şeffaflaştırması
nedeniyle birçok kat kıyafet giyer.
19. Dissemble: Rol yapmak, (gerçeği) gizlemek.
– Even though Evelyn knew she was madly in love with Robert, she still felt she had to
dissemble her true feelings to avoid being hurt
– Evelyn, Robert’a deliler gibi aşık olmasına rağmen, yine de incitilmekten kendisini
korumak için gerçek duygularını saklaması gerektiğini hissediyordu.
20. Dulcet: Hoş, tatlı.
– As soon as Paige heard the dulcet sound of the flute, she knew she wanted to play the
instrument
– Paige, flütün tatlı sesini duyar duymaz, bu enstrümanı çalmak istediğini biliyordu.
21. Ebullience: Coşkunluk, galeyan.
– At the birthday party, the ebullience of the excited children could be heard through
their giggles and laughs
– Doğum günü partisinde, heyecanlı çocukların coşkusu, kıkırdamalarından ve
kahkahalarından duyulabiliyordu.
22. Effervescent: Efervesan, köpüren, kabaran.
– When I added baking soda to the vinegar, it created an effervescent effect.
– Sirkeye karbonat ekleyince, efervesan bir etki yarattı.
23. Efflorescence: Gelişip olgunlaşma, toz haline gelme.
– Famous for her gardening skills, the woman was inviting people to view her garden’s
efflorescence.
– Bahçıvanlıktaki yeteneği ile ünlü olan kadın, insanları bahçesinin gelişimini
izlemeleri için davet ediyordu.
24. Elision: Söylenişte bir sesin çıkarılması , ses düşmesi.
– Vowel elision in connected speech is found in certain dialects where sounds are
omitted to make words easier to understand.
– Bazı lehçelerde bağlı söylemler kapsamında ünlü düşmesine rastlamak mümkün. Bu
lehçelerde sesler kelimenin daha kolay anlaşılması amacıyla düşmektedir.
25. Elixir: İksir, yaşam iksiri.
– The pharmaceutical company iş looking for the elixir of life to stop the aging process.
– İlaç firması yaşlanma sürecini durdurmak için hayat iksirini arıyor.
26. Eloquence: Etkili konuşma sanatı, hitabet.
– Likely, Apollos acquired his sound knowledge of the Hebrew Scriptures and a certain
eloquence as a result of an education in the large Jewish community of that city.
– Apollos herhalde, İbranice Kutsal Yazılar hakkındaki sağlam bilgisini ve etkili
konuşma yeteneğini bir ölçüde, şehirdeki büyük Yahudi topluluğu içinde aldığı eğitim
sonucunda kazandı.
27. Embrocation: Ovmakta kullanılan yağlı ilaç.
– Have we got any embrocation?
– Kremimiz var mı?
28. Emollient: Yumuşatıcı, deriyi yumuşatan merhem.
– I mean, the shave is close and clean and the natural emollients keep my skin silky
smooth.
– Demek istediğim, tıraş böyle daha yakın, temiz ve yağın içindeki nemlendiriciler
derimi ipek gibi pürüzsüz yapıyor.
29. Ephemeral: Geçici, fani, ömrü kısa olan.
– We give a lot of energy to study many things which are only ephemeral, transient,
temporary.
– Yalnızca fani, kısa ömürlü, gelip geçici olan birçok şeyi öğrenmeye çok enerji sarf
ediyoruz.
30. Epiphany: Aydınlanma, tezahür.
– He had an epiphany during the retreat.
– Meditasyon sırasında bir aydınlanma yaşamış.
31. Erstwhile: Bir zamanlar, eski.
– According to Tiryaki, the Greek Cypriots ‘ activities in the field of energy and military
cooperation – in particular with Turkey ‘s erstwhile friend Israel– do not reflect a
reconciliatory mood and only correspond to a desire for permanent division rather
than a common state with the Turkish Cypriots.
– Tiryaki’ ye göre, Kıbrıslı Rumların enerji ve- özellikle de Türkiye’ nin bir zamanlar
dostu olan İsrail ile- askeri işbirliği alanlarındaki faaliyetleri, uzlaşmacı bir görüntü
sergilemiyor ve Kıbrıslı Türklerle ortak bir devlet kurma arzusundan daha çok, daimi
bir bölünme yönünde bir talebe karşılık geliyor.
32. Ethereal: Dünyevi olmayan, ruh gibi.
– The word ” muse ” I often feel reluctant to use, because it feels like the muse is
something ethereal and out there.
– ” İlham perisi ” sözünü kullanmaktan imtina ederim çünkü sanki ilham perisi dünyevi
olmayan bir şey gibi geliyor.
33. Evanescent: Unutulup giden.
– Unfortunately, the best dreams are always evanescent and end at sunrise.
– Maalesef, en iyi rüyalar hep geçici, ve güneşin doğuşuyla birlikte sona eriyor.
34. Evocative: Hayranlık uyandıran, çağrıştıran.
– For the actors and me it was highly evocative.
– Oyuncular ve benim için son derece hayranlık uyandıran bir şeydi.
35. Fetching: Çekici, alımlı.
– There are few things as fetching as a bruised ego on a beautiful angel.
– Egosu incinmiş güzel bir melek kadar çekici çok az şey vardır.
36. Felicity: Mutluluk, saadet.
– I have seen how that companionship is crucial for felicity in marriage.
– Yoldaşlığın evlilikteki mutluluk için ne kadar çok önemli olduğunu gördüm.
37. Forbearance: Tahammül, hoşgörü.
– Such forbearance can help us to avoid nursing petty grudges.
– Gösterdiğimiz bu tahammül ufak tefek hoşnutsuzluklar duymaktan kaçınmamıza
yardımcı olabilir.
38. Fugacious: Ömürsüz, dayanıksız.
– Although I love when Ashley buys flowers, I don’t like spending a lot of money on
things that are so fugacious.
– Ashley çiçek aldığında her ne kadar mutlu oluyor olsam da, ömürsüz şeyler için para
harcamayı sevmiyorum.
39. Furtive: Sinsi, sinsice.
– That there were some other way which did not require us to leave so furtively.
– Bu kadar sinsi bir şekilde gitmemizi gerektirmeyecek başka bir yol olsaydı.
40. Gambol: Hoplayıp zıplamak.
– Finally all the flock formed a circle, gambolling round him.
– Sonunda bütün sürü hoplayıp zıplayarak onun etrafında çember oluyordu.
41. Glamour: Cazibe, çekicilik.
– That’s just the sort of glamour a place like this needs.
– Bir yerin ihtiyacı olan cazibe tam da bu türden bir şey.
42. Gossamer: Örümcek ağı gibi ince kumaş.
– Jan’s white gossamer scarf was practically transparent.
– Jan’in ince kumaştan yapılmış atkısı neredeyse transparandı.
43. Halcyon: Sakin, dingin.
– Before the dog ran into the room and jumped on me, I was enjoying a halcyon nap.
– Köpek odaya girip üzerime atlayana kadar dingin bir şekerleme yapıyordum.
44. Harbinger: Haberci, işaret.
– The birds are a harbinger, a sign that the curse has been activated.
– Kuşlar birer haberci. Lanetin aktifleştiğinin bir göstergesi.
45. Imbroglio: Anlaşmazlık, karışıklık.
– How can we end this imbroglio caused by the resort double booking our cabin?
– İşletmecinin odayı iki ayrı müşteriye ayırtması nedeniyle oluşan karışıklığı nasıl
sonlandırabiliriz?
46. Imbue: Doldurmak.
– They created that sword for her and imbued her with extraordinary strength.
– Onun için o kılıcı oluşturup onu olağandışı bir güçle doldurdular.
47. Incipient: Başlangıç.
– We’ve been sent to declare her fabulous incipience.
– Onun muhteşem başlangıcını ilân etmek üzere gönderildik.
48. Ineffable: Tarifsiz.
– For us humans, alas, that is the pursuit of the ineffable by the inadequate.
– Biz insanlar için, yetersizliğin yanında tarifsiz bir zevktir bu.
49. Insouciance: Aldırmazlık, ilgisizlik.
– He maintained a calm insouciance.
– Sakin bir aldırmazlık hali gösterdi.
50. Labyrinthine: Labirent gibi.
– The European Union has conditioned further progress towards accession on
overhauling the country ‘s labyrinthine police system.
– Avrupa Birliği, üyelik yolunda ilerleme sağlanmasını ülkenin labirent gibi olan polis
teşkilatının elden geçirilmesi şartına bağladı.
51. Lagniappe: Hediye, ikramiye.
– Maybe we get a little lagniappe in the trunk.
– Belki bagajdan küçük bir hediye çıkar.
52. Lagoon: Lagün.
– We’ll never get the small lagoon.
– Küçük gölü asla kullanamayacağız.
53. Languor: Güçsüzlük, bitkinlik.
– Languor is the moment when life seems insignificant in the absence of the loved one.
– Güçsüzlük, hayat değersiz gözüktüğünde, aşık olunan birinin olmaması anıdır.
54. Susurrous: Fısıltı.
– Tell me what happened with susurrous.
– Bana olanları fısıldayarak söyle.
55. Lassitude: Umursamazlık, bitkinlik.
– An expression of serenity with lassitude, without bitterness, plays at the corners of
your mouth.
– Karamsarlık taşımayan bitkinlikle karışık bir dinginlik beliriyor dudaklarının
kenarında.
56. Leisure: Boş zaman.
– She doesn’t seem to know what to do with her leisure time.
– O, boş zamanında ne yapacağını biliyor gibi görünmüyor.
57. Lilt: Kıvraklık, hareketli şarkı
– The small songstress sang an Irish lilt that raised the spirits of all the patrons in the
bar.
– Küçük kadın şarkıcı, hareketli bir Irlanda şarkısı söyleyerek bardaki patronların
hepsinin modunu yükseltti.
58. Lissome: Çeviklik, kıvraklık.
– After a back injury Kent is no longer lissome so he is unable to participate in the
wrestling match.
– Kent, sırtını sakatlamasından sonra kıvraklığını yitirdi, bu nedenle de artık güreş
maçlarında boy gösteremiyor.
59. Lithe: Kıvrak, esnek.
– I have been isolating myself for years behind this Halloween mask. Scaring away
everyone with whom I come in contact. In particular, a young lady of whom I have
grown fond, a lithe beauty of a barista at the cafe.
– Yıllardır kendimi cadılar bayramı maskesi arkasında izole ettim. Temas ettiğim
herkesi kendimden korkutup kaçırdım. Bir şekilde, içimde çok büyük bir ilgi
beslediğim bir kız dışında… kafedeki garson kızın o kıvrak güzelliğinin dışında.
60. Love: Sevmek, sevda.
– He was blinded by love
– O, aşk tarafından kör edildi.
61. Mellifluous: Tatlı.
– He has a mellifluous voice.
– Onun tatlı bir sesi var.
62. Moiety: Pay, parça.
– In this method, biotin moieties were initially attached covalently to discrete regions
on a solid surface.
– Bu metod sayesinde, biyotin parçaları öncelikli olarak katı yüzeydeki münferit
bölgelere eş zamanlı olarak nüfuz ediyor.
63. Mondegreen: Yanlış duyulması sonucunda farklı şekilde algılanan bir şarkı sözü
veya şiir mısrasındaki kelime veya kelime öbeği.
– During the reading of the poem, the listener mumbled a mondegreen that was
different than what was spoken.
– Şiirin okunması esnasında, dinleyenlerden biri sözlerini yanlış bildiği bir şarkı
mırıldandı ve bu şarkının konuşulanlarla hiçbir ilgisi yoktu.
64. Murmurous: Mırıldanan, fısıltı.
– I can hear the winds murmur.
– Rüzgarların mırıltısını duyabiliyorum.
65. Nemesis: Gözü korkutan düşman, intikam.
– Seems like your old nemesis is finally coming home to roost.
– Eski intikamın ayağına geliyor gibi.
66. Offing: Pek uzak olmayan, yakında gerçekleşecek olan.
– Steve has bought an engagement ring for his girlfriend of ten years, so it looks like a
wedding is in the offing
– Steve kız arkadaşına on yıl sonra bir nişan yüzüğü satın aldı, yani evlilik pek uzak
olmayan bir zamanda gerçekleşecek gibi.
67. Onomatopoeia: Yansıma.
– We learned onomatopoeias in school today.
– Bugün okulda yansımaları öğrendik.
68. Penumbra: Yarı gölge.
– Sorry for the penumbra, the bulb just went.
– Yarı gölge için kusura bakma, ampul biraz önce patladı.
69. Propinquity: Zamana ya da yere olan yakınlık.
– Even though my ex-wife and her husband bought a house in my subdivision, I am not
angry about her propinquity to me.
– Eski eşim ve yeni eşi benim alt mahallemden bir ev almış olsalar da, bana olan
yakınlığına kızmıyorum.
70. Pyrrhic: Bedeli ağır.
– The court ruling turned out to be a pyrrhic victory for the defendant who now owed
several thousand dollars in legal fees.
– Mahkemenin kararının ağır bir bedel ödenmesi olduğu anlaşıldı. Sanığın harç bedeli
olarak birkaç bin dolar ödemesi gerekiyor.
71. Quintessential: Özlü, özünde.
– Well, she’s a Brit, but claims to be related to the quintessential American author.
– İngiliz, fakat özünde Amerikan yazarlara hakim olduğunu iddia ediyor.
72. Ratatouille: Geleneksel Fransız sebzeli türlüsü.
– I like ratatouille so much!
– Geleneksel Fransız sebzeli türlüsünü pek severim!
73. Redolent: Güzel kokulu, hatırlatan.
– You smell of organic compounds redolent of printing solvents.
– Baskı işini hatırlatan kimyasal bileşenler gibi kokuyorsun.
74. Scintilla: Kıvılcım, zerre.
– I will not give up a scintilla of emotional leverage I have over Emily.
– Emily üzerindeki duygusal üstünlüğümden zerre kadar vazgeçmeyeceğim.
– Seraglio: Saray, harem.
– The entire seraglio is now a museum…
– Tüm saray şimdi bir müze.
75. Serendipity: Beklenmedik şeyler bulma şansı, şans.
– It wasn’t serendipity that Manny and I were at the fight last night.
– Manny ve benim dün gece kavga etmemiz şans eseri değildi.
76. Surreptitious: Gizlice yapılan, kaçamak.
– It has some surreptitious side effect that the artificial intelligence had planned.
– Yapay zekanın planlandığının aksine gizli saklı amaçları olabilir.
77. Wafture: Rüzgar esintisi.
– It is the best feeling to feel the wafture on your skin.
– Rüzgarın esintisini teninizde hissetmek. hislerin en iyisidir.