İngilizcede Sık Kullanılan Deyimler ve Anlamları
1. Piece of Cake
Anlamı: Bir durumun ya da işin çok kolay olması
Örnek: Finishing this homework by Friday will be a piece of cake for me. (Cuma gününe kadar bu ödevi bitirmek benim için çok kolay)
2. Costs an arm and a leg
Anlamı: Çok pahalı olmak, Çok paraya mal olmak
Örnek: I would really like to have a new house but probably it costs me an arm and a leg. (Bir ev sahibi olmak isterdim ama muhtemelen bu bana çok pahalıya mal olur.)
3. Break a leg
Anlamı: Birine bir gösteri, etkinlik ya da herhangi önemli bir olay öncesi şans dilemek
Örnek: You have an Math exam on Monday?
Break a leg, buddy! (Pazartesi günü Matematik sınavın mı var? İyi şanslar dostum!)
4. Hit the books
Anlamı: Çok ders çalışmak, Ders çalışmaya başlamak
Örnek: You have exams 2 weeks later, you should definitely hit the books now or else you will fail.
5. Let the cat out of the bag
Anlamı: Bir sırrı açığa çıkarmak, Şans eseri ya da yanlışlıkla bir şeyi açığa çıkarmak
Örnek: My cousin let the cat out of the bag and told her parents about her plans of studying abroad. (Kuzenim sırrını ortaya çıkardı ve yurtdışında okumakla ilgili planlarını ailesine anlattı)
6. Hit the nail on the head
Anlamı: Bir konu hakkında kesinlikle haklı olmak, Doğru cevabı bilmek, bulmak
Örnek: When my computer did not start, my sister took a look and said that its because of a dead battery. It was true, she hit the nail on the head! (Bilgisayarım çalışmadığında, kız kardeşim şöyle bir baktı ve ölü bataryadan kaynaklandığını söyledi. Doğruydu, o kesinlikle haklıydı!)
7. When pigs fly
Anlamı: Asla gerçekleşmeyecek bir şey, İmkansız, Gerçekleşmesi mümkün olmayan (ancak domuzlar uçabildiğinde gerçekleşecek olan durum, yani imkansız)
Örnek: I asked my mother if I could study abroad and she said “yes, when pigs fly!” (Anneme yurtdışında okuyabilir miyim diye sordum ve o da dedi ki “evet, ancak domuzlar uçabildiğinde”)
8. You can’t judge a book by its cover.
Anlamı: Dış görünüş bir insanın değerini ya da kalitesini belirlemez. Dış görünüşe bakarak birini tanıyamazsın
Örnek: New girlfriend of my best friend does not seem beatiful but we can’t judge a book by its cover. Maybe she is really a good person. (En iyi arkadaşımın yeni kız arkadaşı güzel görünmüyor fakat kitabı kapağına göre yargılamamak lazım. Belki de iyi bir insandır)
9. Bite off more than you can chew
Anlamı: Başarması zor bir şeyi üstlenmek, Taşıyabileceğinden daha ağır bir yükün altına girmek, Birinin kendi kapasitesinden çok daha fazlasını yapmaya çalışması
Örnek: By starting two jobs, I am clearly biting off more than I can chew. But I have to pay my bills. (İki işe başlamakla, zor bir işin altına girdim fakat faturalarımı ödemem lazım.)
10. Scratch someone’s back
Anlamı: Birine yaptığı bir iyilik karşısında iyilik yapmak, Bir iyiliği, karşılığını bekleyerek yapmak
Örnek: I have scratched your back for many times, now the turn is yours. Do me a favour and lets be even. (Ben sana birçok kez iyilik yaptım şimdi sıra sende. Bana bir iyilik yap ve eşit olalım)
11. Work like a charm
Anlamı: Tıkır tıkır işlemek, İşe yaramak
Örnek: At first we could not work it well but then the setup worked like a charm. (Başta iyi çalışmadı fakat sonra kurulum tıkır tıkır çalışmaya başladı)
12. Work like a horse
Anlamı: Çok çalışmak, At gibi çalışmak
Örnek: My son worked like a horse for his exams and he passed them with grade marks. (Oğlum sınavlarına at gibi çalıştı ve çok iyi notlarla sınavlarını geçti.)
13. Up in the air
Anlamı: Çözüme kavuşmamak, Karar aşamasında, karar verilmemiş
Örnek: Our vacation plans are still up in the air because we are still changing our minds about our choice of vacation places. (Tatil planlarımız hala karar aşamasında çünkü tatil yerimizin seçimi hakkında hala fikirlerimiz değişiyor)
14. Spil the beans
Anlamı: Ağzından kaçırmak
Örnek: Ağzında bakla ıslanmamak
I won’t tell my brother about my plans of getting married because he may spill the beans. (Evlenme planlarımı abime söylemeyeceğim çünkü o ağzından kaçırır)
15. Ring a bell
Anlamı: Bir şey çağrıştırmak, Bir şey ifade etmek
Örnek: Your husband name is Bernie. Does this name ring a bell with you? (Eşinin adı Bernie. Bu isim sana bir çağrışım yapıyor mu?)
16. Old hat
Anlamı: Modası geçmiş durum, ya da eski kafalı kişiler için de kullanılabilir.
Örnek: My grandfather is maybe an old hat but he is not against piercing. (Dedem belki eski kafalıdır ama piercinge karşı değildir)
17. Make ends meet
Anlamı: Masrafları karşılamak için yeterli paraya sahip olmak, Yaşamı idame ettirebilmek için yeterli paraya sahip olmak
Örnek: We are going to start saving money in order to make ends meet or else we will turn into two broke girls. (Masraflarımızı karşılamak için para biriktirmeye başlayacağız yoksa iki züğürt kıza dönüşeceğiz.)
18. Lose your touch
Anlamı: İletişimde kalmada başarısız olmak, Bir şeyi eskisi gibi yetisini kaybetmek
Örnek1: Selin was my best friend at the university but over the years we have lost touch. (Selin, üniversitede benim en iyi arkadaşımdı ama yıllar geçtikçe iletişimimiz kesildi)
Örnek2: I guess I am starting to lose my touch managing children because they don’t listen to me as before. (Sanırım çocuklarımı yönetmedeki yetimi kaybediyorum çünkü beni eskisi gibi dinlemiyorlar)
19. Let the cat out of the bag
Anlamı: Bir sırrı açığa çıkarmak, Şans eseri ya da yanlışlıkla bir şeyi açığa çıkarmak
Örnek: My cousin let the cat out of the bag and told her parents about her plans of studying abroad. (Kuzenim sırrını ortaya çıkardı ve yurtdışında okumakla ilgili planlarını ailesine anlattı)
20. Hit the sack
Anlamı: Kafayı vurup yatmak
Örnek: When I arrive at home, I will definitely hit the sack. (Eve varınca, kesinlikle vurup kafayı yatacağım)
21. Fit as a fiddle
Anlamı: Turp gibi olmak
Örnek: After the operation my mother had, she seemed as fit as a fiddle. (Annem geçirdiği operasyondan sonra, turp gibi gözüküyordu.)
22. Don’t beat a dead horse
Anlamı: Olmayacak bir şey üzerine enerji tüketmek, Boşa kürek çekmek
Örnek1: My father keeps trying to publish the book he wrote two years ago, but I think he beats a dead horse. (Babam 2 yıl önce yazdığı kitabını yayınlamaya çalışıyor ama sanırım boşa kürek çekiyor.)
Örnek 2: Don’t beat a dead horse, she won’t come back, buddy. (Boşuna enerjini tüketme, o geri gelmeyecek dostum)
23. Come rain or come shine
Anlamı: Yaz kış demeden, Yağmur çamur dinlemeden
Örnek: Don’t worry, I will come your wedding come rain or come shine. (Merak etme, yağmur çamur demeden düğününe geleceğim)
24. Break the bank
Anlamı:Sahip olduğundan daha fazla paraya ihtiyaç duymak
Örnek: Me and my husband can not go on a vacation without breaking the bank this summer. (Ben ve eşim bir bankayı soymadan bu yaz bir tatile gidemeyiz.)
25. As cold as stone
Anlamı: Buz gibi soğuk olmak (kişi)
Örnek: Our new English teacher is as cold as stone. I don’t think we can get along well with her this semester. (Yeni İngilizce öğretmenimiz buz gibi soğuk biri. Bu dönem onunla iyi anlaşabileceğimizi sanmıyorum.)
26. Every cloud has a silver lining
Anlamı: Her kötülüğun içinde bir iyilik vardır, Her negatif durumun bir pozitif bakış açısı vardır
Örnek: Even though we have a though times with my fiancee, I know that we are gonna be okay, every cloud has a silver lining. (Nişanlımla zor zamanlar geçirsek de, biliyorum ki her şey düzelecek, her negatif durumun bir pozitif bakış açısı vardır illakı.)
27. Go with the flow
Anlamı: Akışına bırakmak, Çoğunluğa uymak, Akıntıya uyum sağlamak
Örnek: When I feel depressed, I remind me of going with the flow. When I let it go and go with the flow, it feels better. (Depresif hissettiğimde kendime akışa bırakmayı hatırlatıyorum. Bıraktığım zaman ve akışa uyduğum zaman daha iyi hissediyorum.)
28. Hit the books
Anlamı: Çok ders çalışmak, Ders çalışmaya başlamak
Örnek: You have exams 2 weeks later, you should definitely hit the books now or else you will fail. (2 hafta sonra sınavların var, kesinlikle çalışmaya başlamalısın yoksa başarısız olacaksın)
29. Look like a million dollars
Anlamı: Mükemmel görünmek
Örnek: You look like a million dollars in that blue dress, sweetheart! (Bu mavi elbisenin içinde mükemmel görünüyorsun tatlım!)
30. Put one’s foot in it
Anlamı: Pot kırmak, Gaf yapmak
Örnek: I really put my foot in it when I asked her about her parents. I did not know her parents got divorced. (Ailesi hakkında soru sorduğumda potu kırdım. Ailesinin boşanmış olduklarını bilmiyordum)